RAPORLAR
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing RAPORLAR by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 1090
Results Per Page
Sort Options
Item GAZ ABSORPSİYONUNDA KULLANILABİLİR SCHIFF BAZI-METAL KOMPLEKSLERİNİN KUARTZ KRİSTAL MEMBRAN SENSÖRÜ OLARAK GELİŞTİRİLMESİ(1990) NAZIR, Hasan; Fen FakültesiItem Hiperbarik oksijen tedavisinin indüklediği genotoksik etkilerin araştırılması (Investigation of genotoxic efffects induced by hyperbaric oxygen therapy)(1990) DUYDU, Yalçın; Eczacılık FakültesiItem ÖZEL GEREKSİNİMLİ ÖĞRENCİLER İÇİN KAYNAŞTIRMA MODELİ GELİŞTİRME PROJESİ (Developing A Mainstreaming Model for Students with Special Needs Project)(1990) AKÇAMETE, A. Gönül; Eğitim Bilimleri FakültesiItem Immunohistochemical and histopathological studies of fixed rabies virus in goats(2000) Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi; BERKİN, Şenay (Ortak Yazar); VURAL, S. Atalay (Ortak Yazar); ALÇIĞIR, G. (Ortak Yazar)The purpose of this study was to systematically demostrate and compare the development of pathological and immunohistochemical changes in goats which were infected by a fixed rabies virus that was used in vaccines’ production. The results are as follows: In histopathological examinations, varying degrees of inflammatory, degenerative, and necrotic changes were detected in the central nervous system; in the immunoperoxidase (IP) method, intra-and/or extracellular viral antigens were observed on the cerebellum, cornu ammonis, thalamus, pons cerebri, nucleus caudatus, spinal cord, medulla oblongata, Gasserian ganglion, eye and the retropharyngeal lymph nodes; in the immunofluorescence (IF) method, intra-and/or extracellular viral antigens were also seen in the same locations with the exception of retropharyngeal lymph nodes. It was also observed that the antigens were qualitatively and quantitatively well stained with both of methods. However the visibility of antigens in the retropharyngeal lymph nodes besides the central nervous system, and eye and the facilities of applying made the IP method much more advantageous than the IF method.Item HİNDİ VE CİVCİVLERDE DENEYSEL TURKEY RHINOTRACHEITIS VİRUS ENFEKSİYONUNUN PATOLOJİK VE İMMUNOHİSTOKİMYASAL YÖNDEN İNCELENMESİ(2000) ÖZKUL, İ. Ayhan; Veteriner FakültesiBu çalışmada hindi ve tavuk civcivlerinde deneysel TRTV enfeksiyonunun patolojik ve immunohistokimyasal yönden incelenmesi amaçlanmıştır. CVL/14/86/1 virus suşu 15 günlük tavuk ve hindi civcivlerine göz ve burun boşluğu yoluyla verildi. Virus inokulumu ile enfekte edilmiş hayvanlarda; klinik, makroskobik ve mikroskobik bulgular incelendi. Dokularda viral antijenin tespit edilmesi amacıyla Avidin-Biotin Peroksidaz kompleks tekniği uygulandı. Bu incelemeler sonucunda: - Hayvanlarda 3. ve 7. günler arasında solunum güçlüğü, gagaların hafifçe sıkılmasıyla ortaya çıkan berrak, köpüklü bir burun akıntısının yanısıra hafif durgunluk, yem ve suya karşı isteksizllik , kontrol grubuna göre daha az yem tüketiminin olduğu dikkati çekti. Daha sonraki günlerde herhangi bir klinik bulguya rastlanmadı. -Tavuk ve hindi civcivlerinde, enfeksiyonun 3.,5.,7.ve 9. günlerinde burun boşluğu açıldığında, berrak, serömüköz bir eksudat ile birlikte burun mukozasının hiperemik görünümde olduğu görüldü. - Çalışmada en belirgin mikroskobik bulgular turbinata ve infraorbital sinuslarda meydana geldi. Turbinata ve infraorbital sinus lumenlerinde eksudat, yer yer veya geniş alanlar halinde silia kaybı, epitelde dökülme, yer yer epitelial hiperplazi, bez epitellerinde salgı artışı, hiperemi, kanama, lamina propria ve submukozada mononüklear hücre infitrasyonu dikkati çekti. En belirgin bulgular enfeksiyonun 5. gününde meydana geldi. Yedinci günden itibarende yangısal değişikliklerin azaldığı görüldü. Turbinata ve infraorbital sinusların yanısıra trahea ve akciğerlerde primer ve sekonder bronşlarda mikroskobik bulgulara rastlandı. Traheada 5. ve 7. günlerde epitel hücrelerde silia kaybı, epitelde hiperplazi, lamina proprida mononüklear hücre infiltrasyonuna rastlandı. Akciğerlerde primer ve sekonder bronş lumenlerinde eksudat, silia kaybı, epitel hücrelerinde yer yer hiperplazi ve lamina propriada mononüklear hücre infiltrasyonu dikkati çekti. - Immunoperoksidaz (IP) yöntem ile viral antijen; turbinata, infraorbital sinus, trahea ve akciğerlerde primer ve sekonder bronş epitel hücre siliumlarında ve sitoplazmalarında tespit edildi. - Çalışmada hindi ve tavuk civcivlerinde oluşan; klinik, makroskobik, mikroskobik bulgular benzer bulundu.Item Diethylstilbestrol (DES)-induced cell cycle delay and meiotic spindle disruption in mouse oocytes during in-vitro maturation(2000) Tıp Fakültesi; CAN, Alp (Ortak Yazar); SEMİZ, Olcay (Ortak Yazar)Due to the growing amount of data related to the deleterious effects of the synthetic oestrogenic compound, diethylstilbestrol (DES), on the female reproductive system, we tested the potential effects of this compound on mouse oocytes. Controlled time- and dose-dependent in-vitro experiments were carried out on isolated cumulusoocytecomplexes (COCs) to examine the meiotic spindle assembly and chromosome distribution. -tubulin, chromosomes and F-actin were labelled and detected by confocal laser scanning microscope. COCs were exposed to varying doses of DES (5 30 εmol/l) from the germinal vesicle (GV) stage to the end of metaphase II (MII) when meiosis I and meiosis II is normally completed. Exposure to DES during meiosis I caused a dose-dependent inhibition of cell cycle progression. In comparison with controls, fewer oocytes reached metaphase I (MI) at low doses (5 εmol/l) of DES, while none of the oocytes reached MI in high doses (30 εmol/l). When COCs were exposed to high doses of DES during meiosis II, fragmentation of first meiotic spindle was detected, whereas lower doses caused loosening of the first and the second meiotic spindles. No microtubular abnormalities were detected either in GV-stage oocytes or in cumulus cells. The above data demonstrate that one mode of action of DES on mouse oocytes is a severe yet reversible deterioration of meiotic spindle microtubule organization during maturation.Item HİNDİ VE CİVCİVLERDE DENEYSEL TURKEY RHİNOTRACHEİTİS VİRUS ENFEKSİYONUNUN PATOLOJİK VE İMMUNOHİSTOKİMYASAL YÖNDEN İNCELENMESİ(2000) ÖZKUL, İ. Ayhan; Veteriner FakültesiBu çalışmada hindi ve tavuk civcivlerinde deneysel TRTV enfeksiyonunun patolojik ve immunohistokimyasal yönden incelenmesi amaçlanmıştır. CVL/14/86/1 virus suşu 15 günlük tavuk ve hindi civcivlerine göz ve burun boşluğu yoluyla verildi. Virus inokulumu ile enfekte edilmiş hayvanlarda; klinik, makroskobik ve mikroskobik bulgular incelendi. Dokularda viral antijenin tespit edilmesi amacıyla Avidin-Biotin Peroksidaz kompleks tekniği uygulandı. Bu incelemeler sonucunda: - Hayvanlarda 3. ve 7. günler arasında solunum güçlüğü, gagaların hafifçe sıkılmasıyla ortaya çıkan berrak, köpüklü bir burun akıntısının yanısıra hafif durgunluk, yem ve suya karşı isteksizllik , kontrol grubuna göre daha az yem tüketiminin olduğu dikkati çekti. Daha sonraki günlerde herhangi bir klinik bulguya rastlanmadı. -Tavuk ve hindi civcivlerinde, enfeksiyonun 3.,5.,7.ve 9. günlerinde burun boşluğu açıldığında, berrak, serömüköz bir eksudat ile birlikte burun mukozasının hiperemik görünümde olduğu görüldü. - Çalışmada en belirgin mikroskobik bulgular turbinata ve infraorbital sinuslarda meydana geldi. Turbinata ve infraorbital sinus lumenlerinde eksudat, yer yer veya geniş alanlar halinde silia kaybı, epitelde dökülme, yer yer epitelial hiperplazi, bez epitellerinde salgı artışı, hiperemi, kanama, lamina propria ve submukozada mononüklear hücre infitrasyonu dikkati çekti. En belirgin bulgular enfeksiyonun 5. gününde meydana geldi. Yedinci günden itibarende yangısal değişikliklerin azaldığı görüldü. Turbinata ve infraorbital sinusların yanısıra trahea ve akciğerlerde primer ve sekonder bronşlarda mikroskobik bulgulara rastlandı. Traheada 5. ve 7. günlerde epitel hücrelerde silia kaybı, epitelde hiperplazi, lamina proprida mononüklear hücre infiltrasyonuna rastlandı. Akciğerlerde primer ve sekonder bronş lumenlerinde eksudat, silia kaybı, epitel hücrelerinde yer yer hiperplazi ve lamina propriada mononüklear hücre infiltrasyonu dikkati çekti. - Immunoperoksidaz (IP) yöntem ile viral antijen; turbinata, infraorbital sinus, trahea ve akciğerlerde primer ve sekonder bronş epitel hücre siliumlarında ve sitoplazmalarında tespit edildi. - Çalışmada hindi ve tavuk civcivlerinde oluşan; klinik, makroskobik, mikroskobik bulgular benzer bulundu.Item Kronik Myeloid Lösemide Myelofibrozis ile Damar Yoğunluğunun İlişkisinin Araştırılması: İmmünomorfometrik Çalışma(2001) Tıp Fakültesi; KUZU, Işınsu (Proje Yürütücüsü)Retrospektif özellikteki çalışmamıza 1996-2001 yılları arasında bölümümüzde KML tanısı almış ve Ankara Üniveristesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Kemik iliği Transplantasyon Ünitesinde kemik iliği nakli olmuş 24 hastaya ait toplam 58 adet kemik iliği biyopsisi dahil edilmiştir. Hastalara ait tanı, nakil öncesi ve nakil sonrası kemik iliği biyopsi, imprint ve kemik iliği aspirasyon materyalleri yeniden değerlendirilmiştir. Çalışmada evreleme amacıyla örneklenen, tutulum bulundurmayan normosellüler 17 adet kemik iliği biyopsisi kontrol grubu olarak değerlendirmeye alınmıştır. Kemik iliği biyopsi, imprint ve aspirasyon preparatlarında KML fazı WHO-2001 kriterlerine göre belirlenmiştir. H&E kesitlerde kemik iliği sellülaritesi belirlenmiştir. Biyopsilere retikülin derecelendirmesinin yapılabilmesi için histokimya ile retikülin ve gerekli hastalarda trikrom boyaları, anjiogenezin değerlendirilebilmesi için immünhistokimya ile anti-FVIII-RA boyaları uygulanmıştır. Retikülin derecelendirmesi Bauermeister'ın tanımladığı kantitatif kemik iliği retikülin değerlendirme şeması eşliğinde değerlendirilmiştir. Anjiogenezin değerlendirmesinde ise, anti-FVIII-RA boyalı preparatlarda morfometrik olarak, görüntü analiz sisteminde (Image Analysis System, Carl-Zeiss Vision GmbH, Hallbergmoas, Germany) KS-400 görüntüleme programı (Imaging System) ile damar alanı, damar alanının değerlendirmenin yapıldığı alana oranı ve damar sayısı ölçümleri yapılmıştır. Ayrıca morfometrik ölçümlerin yapıldığı alanlarda alan sellülaritesi ve megakaryosit sayısı belirlenmiştir. Hasta ve kontrol biyopsilerinde hastaların cinsiyeti, yaşı, hastalarda tanı, nakil öncesi, nakil sonrası biyopsi ve kemik iliği nakil tarihleri belirlenmiştir. Hastalarda kullanılan konvansiyonel tedavi protokolleri ve klinik bilgilerine ulaşılmıştır. KML hastalarında yaş, cinsiyet dağılımı literatürle uyumlu bulunmuştur. KML gelişen hastalarda hastalıksız kişilere göre kemik iliği genel ve alan sellülaritesi, megakaryosit sayısı, damar alanı ve damar alan oranında ve retikülin derecelerinde artışın olduğu saptanmıştır. Damar sayısında ise nakil öncesi ve sonrası değerlerde kontrol değerlerine göre yüksek sonuçlar elde edilmiştir. KML hastalarında kullanılan konvansiyonel tedavi protokollerinin kemik iliği sellülaritesi, damar sayısı, damar alanı, damar alan oranı, megakaryosit sayısı ve retikülin derecesine etkisinin olmadığı görülmüştür. Yanlızca nakil öncesi biyopsilerde hidroksiüre-interferon- tedavisinin damar sayısında artışı ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Kemik iliği naklinden (KİT) sonra genel ve alan sellülaritesi, retikülin derecesi ve megakaryosit sayısının azaldığı saptanmış, bu parametrelerin KİT'den sonra kontrol grubuna yakın değerlere ulaştığı tespit edilmiştir. Bu sonuçlar KİT'in KML hastalığını tam olarak tedavisini sağladığının göstergesidir. Ancak vasküler parametreler olan damar sayısı, damar alanı ve damar alan oranlarında KİT sonrasında değişiklik gözlenmemiştir. Bu sonuçta KİT sonrası erken dönemde engrafman ve aktif proliferasyonun vasküler parametrelerin yüksek bulunmasında rol oynayabileceğini, bu nedenle kesin değerlendirme yapabilmek için daha geç dönem biyopsilerin de değerlendirilmesinin gerekliliğini düşündürmektedir. Vasküler parametreler olarak değerlendirmesi yapılan damar sayısı, damar alanı ve damar alan oranı değerlerinde tespit edilen artışta retikülin dererecesi, megakaryosit sayısı, genel ve alan sellülaritesi, hasta yaşının etkisinin olmadığı bulunmuştur. Çalışmamızda farklı vasküler parametreler anjiogenezin değerlendirmesinde kullanılmıştır. Bu parametrelerin kendi aralarında ve anjiogenezle ilişkili olduğu bilinen diğer parametrelerle yapılan karşılaştırmalarında tek başına damar sayısının ele alınmasının sağlıklı ve güvenilir bir yöntem olmayabileceği, anjiogenezin güvenilir olarak değerlendirilebilmesi için morfometrik olarak damar alanı, damar alan oran ölçümlerinin damar sayımı ile birlikte kullanımının daha anlamlı olacağı sonucuna ulaşılmıştır. Anjiogenezin değerlendirilmesinde elde edilen bu sonuçlar ile KML hastalarında kemik iliğinde anjiogenezin hastalıkla birlikte belirgin artmış bulunmasının konvansiyonel tedaviye yardımcı olarak antianjiogenetik ilaçların kullanımının faydalı olabileceğini düşündürmüştür. Bunun kesin olarak gösterilebilmesi için prospektif, geniş hasta gruplarını içeren çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.Item Deneysel Diyabetiklerde Selenyumun Diş Çekim Yarasının İyileşmesi Üzerine Etkisinin İncelenmesi(2001) DEMİRALP, Samimi; Diş Hekimliği Fakültesi; DEMİRALP, SamimiAntioksidan özelliğe sahip ve canlılar için önemli bir eser element olan selenyum (Se) ile diyabetin sebep olduğu bazı patolojilerin tedavisinde başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, diş çekim yarasının iyileşmesinde diyabete bağlı meydana gelebilecek bozuklukları ve selenyumun olası pozitif etkilerini araştırmaktır. Çalışmaya 36 adet Wistar cinsi sıçan dahil edilerek kontrol grubu, selenyum verilen kontrol grubu, diyabetik grup ve selenyum verilen diyabetik grup olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Deneysel diyabet, tek doz intraperitonal (i.p.) streptozotosin (STZ) (50 mg/kg) enjeksiyonuyla oluşturulmuştur. Alt sol 1. ve 2. molarların çekimini takiben Diyabet + selenyum ve kontrol + selenyum gruplarına 5 εmol/kg/gün olacak şekilde tek doz i.p. sodyum selenit uygulanırken, diyabet ve kontrol gruplarına aynı koşullarda distile su (i.p.) uygulanmıştır. 3. 7. 14.ve 21. günlerde her bir gruptan ikişer adet sıçan sakrifiye edilerek çekim yapılan mandibular segment çıkartılarak mikroskobik inceleme yapılmıştır. Araştırma sonucunda, diyabet grubunda çekim yarasının iyileşmesinde bozukluk oluştuğu ve bu durumun selenyum verilerek düzeltilebildiği görülmüştür.Item OTOLOG KONDROSİT TRANSPLANTASYONU İLE OSTEOKONDRAL DEFEKTLERİN SAĞALTIM OLANAKLARININ ARAŞTIRILMASI: KÖPEK DİZ EKLEMİNDE KLİNİK ÇALIŞMA(2001) BİLGİLİ, Hasan; Veteriner Fakültesi; BİLGİLİ, HasanBu proje Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Bilim Dalı Kliniğine getirilen değişik ırk, yaş ve cinsiyette 9 köpek üzerinde gerçekleştirildi. Bu çalışmada, in vitro koşullar altında köpeklerde kondrosit hücre kültürü yapılması, monolayer kültürde üreyen köpek kondrositlerinin fenotipik özelliklerinin araştırılması, yapay kıkırdak doku kültürleri için yeni tekniklerin araştırılması, osteokondral defektlerin kültüre kondrositler ile tamiri, in vitro koşullarda hücrelerin davranışlarının incelenmesi, osteokondral defektlerin onarımında kullanım olanaklarının araştırılması amaçlandı. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Bilim Dalı Kliniği'ne diz eklemi topallık şikayeti ile getirilen köpekler detaylı bir şekilde klinik, radyolojik muayeneye tabi tutuldular. Kronik çapraz bağ kopuğu olan olgular osteokondral defekt olasılığı yönünden tekrar incelenerek, femoral kondiluslarında defekt bulunan 9 olgu, hayvan sahiplerinin izni ile çalışmaya alındılar. Olguların anestezileri 0.1 ml/kg Xylazin hydrochlorid enjeksiyonu ile premedikasyon sağlandıktan sonra 10 mg/kg Ketamin hidroklorürün intramüsküler olarak yapılmasıyla ile sağlandı. Olguların sağ omuz eklemlerine lateral triangular artroskopik teknikle girilerek, bir biopsi pensi ile ekleme aktif olarak katılmayan ve yük taşımayan bölgesinden 2-3 yerden kıkırdak doku örnekleri alındı. Bölge dikiş uygulanarak kapatıldı ve pansuman uygulandı. kıkırdak örnekleri transport mediumu içine steril şekilde nakledilerek, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıbbi Genetik Bilim Dalı labarotuvarına götürüldü. Kıkırdak örnekleri 1 mg/ml tip II kollagenaz ile enzimatik digesyona tabi tutuldular. Elde edilen kondrosit hücrelerinin viabiliteleri ve canlı hücre sayıları saptandı. Tripsinizasyon işlemi ile subkültürler elde edilerek transplante edilecek kondrositler elde edildi. Postoperatif 15. günde enjektabl hale gelen jel formundaki otolog kültüre kondrosit hücre greftleri, aynı olgunun diz eklemindeki osteokondral defekte transplante edildi. Tibia proksimalinden veya femur lateral kondilusundan alınan periosteal greft ile bölge korundu. Olguların kopuk ön çapraz bağları modifiye Utrecht Üniversitesi Tekniği ile onarıldı. Operasyon bölgesi uygun şekilde kapatılarak, bölgeye küçük bir pansuman uygulandı, bandaj ile immobilizasyon yapılmadı. Olgulara postopeartif 5 gün süreyle antibiyotik uygulandı. Olgular postoperative 1., 3,, 5., ve 7. haftalarda klinik ve radyolojik muayenelere, 8. hafta sonunda da artroskopik muayeneye tabi tutuldular. Klinik kontrollerde olguların ekstremitelerini 1. ve 3. haftada kulanırken ağrı duydukları, fakat 5. ve 7. haftalarda giderek daha rahat kullandıkları ve ağrı duymadıkları belirlendi. Radyolojik kontrollerde osteokondral defektin 1. ve 3. haftalarda deprese görünümde olduğu, 5. haftada ise tamamen dolduğu izlendi. İki olguda ise 7. haftada tam dolum izlendi. Sekizinci haftada yapılan artroskopik muayenede defektin tamamen iyileştiği, dolduğu, kenarındaki sınırının bile belli olmadığı, defekti dolduran dokunun çevresiyle aynı renkte ve şeffaf olduğu, dayanıma karşı güç verdiği izlendi. Sonuç olarak; bu proje ile Türkiye de ilk kez köpeklerin omuz ekleminden alınan ufak miktardaki kıkırdak doku örneklerinden hücreler ayrıştırıldı, sağlıklı otolog kondrositler izole edildi ve steril koşullar altında, in vitro ortamda monolayer kültür sistemi ile hücre sayısı arttırıldı ve olguların diz eklemlerindeki osteokondral defektlere eklem şekil ve fonksiyonunu restore etmek için transplante edildi ve başarılı sonuçlar alındı.Item LACTOCOCCUS LACTİS SUBSP. LACTİS MA83 SUŞUNDA FAJ ADSORBSİYON İNHİBİSYON MEKANİZMASININ HÜCRE YÜZEY KARAKTERİSTİKLERİ İLE İLİŞKİSİ(2001) Akçelik, MUSTAFA; TÜKEL, Çağla; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi; MUSTAFA, Akçelik (Proje Yürütücüsü)Lactococcus lactis subsp. lactis MA83 suşunda; la2, ld5, lc7 ve 857 fajlarına karşı, 32.7 kb'lık laktoz plazmidi tarafından kodlanan, faj adsorbsiyonunun engellenmesi tipte dirençlilik sistemi saptandı. Faj dirençlilik, 32.7 kb plazmid varlığında üretilen ekzopolisakkarit materyalin faj almaç bölgeleri maskelemesi sureti ile meydana geldi. Lactococcus lactis subsp. lactis MA83 suşunun hücre duvarı ekstraktlarına, terminal N-asetilglukozamin, -D-galaktozil, glukozil ve mannozil kalıntılarına spesifik lektinlerin uygulanması ve yüksek performans sıvı kromatografisi (HPLC) analizleri sonucu, fajların almaç bölgesini maskeleyen materyalin galaktozdan oluştuğu saptandı. Sodyum dodesil sülfat-oliakrialamid jel elektroforez (PAGE) analiz sonuçları, Lactococcus lactis subsp. lactis MA83 suşunda la2, ld5, lc7 ve 857 fajlarına ait almaç bölgenin hücre duvarı üzerinde bulunduğunu ve protein yapıda bir materyal tarafından oluştuğunu gösterdiItem Dental Döküm Alaşımlarında Element Etkileşmesi Ve Sitotoksit Etkilerinin Hücre Kültüründe Değerlendirilmesi(2001) CAN, Gülşen; Diş Hekimliği Fakültesi; CAN, GülşenItem HODGKİN HASTALIĞI VE HODGKİN DIŞI LENFOMALARIN YAYILIMINDA PLAZMİNOJEN AKTİVATÖRLERİ VE PLAZMİNOJEN AKTİVATÖR İNHİBİTÖRLERİNİN ROLÜ(2001) GÜRMAN, Günhan; GÜNGÖR, Levent; KURT YÜKSEL, Meltem; DALVA, Klara; KONUK, Nahide; Tıp Fakültesi; GÜRMAN, GünhanMalign olaylarda antikanser tedavileri başarısız kılan ve sağkalımı hızla düşüren faktörlerden belki de en önemlisi metastaz oluşumudur. Metastaz tümör gelişimiyle daha başlangıç aşamasından itibaren paralel giden bir olaydır. İnvaziv özellik ve metastaz için tümör hücresinin sürdürmesi gereken üç aşama vardır; 1) vasküler endotel ve ekstrasellüler matrikse tutunma, 2) lokal proteoliz ve 3) hareketlilik kazanma. Bunlardan son ikisinde rol alan proteolitik enzimler bilinmektedir, bunlar normal organizmada da mevcuttur ve malignitelerde yüksek plazma seviyelerinin artmış metastaz yeteneği ile birlikteliği gösterilmiştir(1). Tümör oluşumunda kritik role sahip adezyon molekülleri; ekstrasellüler matriks protein reseptörleri, integrinler; transmembran hücre adezyon moleküleri ve ekstrasellüler adezyon molekülleri, kadherinlerdir. İntegrin ailesine ait proteinlerin kaybı meme, prostat, kolon kanserinde artmış agresif fenotiple ilişkiliyken, integrinlerin artmış ekspresyonu melanoma ve yassı hücreli baş boyun kanselerinde agresif fenotiple ilişkilidir. İnvazyon için bazal membranın ve çevredeki interstisyel stromanın parçalanması gereklidir.İnvazyonu önleyen en önemli bariyer kollajendir. İnterstisyum ve stromada daha çok tip 1 ve tip 3 kollajen bulunurken, bazal membranda tip 4 ve5 kollajen bulunmaktadır. Kollajen matriks metalloproteinazlar (MMP) tarafından parçalanmaktadır. Nötral metal bağlayıcı proteazlar, kollejenazlar, metastaz oluşumundaki rolleri nedeniyle prognoz tayininde ve yeni tedavi hedeflerinin belirlenmesinde önemli role sahiptir. Örneğin tip 4 kollejenaz (MMP-2, jelatinaz A) artmış ekspresyonu meme akciğer ve kolon kanserinde artmış metastaz potansiyeli ile ilişkilidir. Kollajenazlar endojen inhibitörleri, metalloproteinazların doku inhibitörleri (TIMP) tarafından regüle edilirler. TIMP ekspresyonunun invazyon ile korelasyonu gösterilmiştir. Örneğin TIMP-2 metastaz supressör gen gibi görev yapar, ekspresyonunun artması, azalmış invaziv fenotip ile ilişkiliyken, TIMP-2 kaybı artmış invaziv fenotiple ilişkilidir. Tümör hücrelerinin migrasyonu hedef konak dokulardan salınan soluble faktörler ya da ekstrasellüler matrikse bağlı faktörler aracılığıyla sağlanır. Soluble faktörlere örnek, stroma hücrelerinden sentezlenen hepatosit büyüme faktörü ve tümör hücreleri tarafından sentezlenen, otokrin hareketi stimüle eden ototaksindir. Hepatosit büyüme faktörünün reseptörü, met onkogenidir. Met onkogeninin fazla ekspresyonu tümör oluşumunu ve kolejenaz sentezini arttırarak metastatik fenotipi indükler. Solid faz migrasyonda matriks glikoprotein ve kollajenin etkili olduğu gösterilmiştir. Serin proteaz ailesinden doku tipi ve ürokinaz tipi plazminojen aktivatörlerinin değişik kanserlerde malign ve invaziv özellikle korelasyon gösterdiği bildirilmiştir. Bu çalışmada anlamlı diagnostik ve prognostik kriter olacağı, hatta yeni tedavi yaklaşımları ortaya koyabileceği temel düşüncesinden hareketle Hodgkin Hastalığı (HH) ve Hodgkin Dışı Lenfomalarda (HDL) invaziv ve metastatik özellikle, doku tipi plazminojen aktivatörü (t-PA), ürokinaz tipi plazminojen aktivatörü (u-PA) ve plazminojen aktivatör inhibitörleri (PAI-1, PAI-2) arasındaki ilişki ele alınmıştır.Item AKRİLONİTRİL POLİMERİZASYON REAKTÖRÜNÜN MODELLENMESİ(2001) BERBER, Rıdvan; Mühendislik FakültesiPoliakrilonitril (PAN), önemli bir tekstil elyafının temel yapısıdır. Çok değişken dünya pazar koşulları ve sıkı rekabet ortamında poliakrilonitril üretiminin istenen yönde gerçekleştirilebilmesi, reaktörün iyi kontrol edilmesine bağlıdır. Bu ise güvenilir bir matematik modelin öncelikle ortaya çıkarılmasını ve benzetiminin yapılmasını gerektirir. Literatür incelendiğinde akrilonitril polimerizasyonuna ilişkin bilgilerin çok kısıtlı olduğu ve özellikle molekül ağırlığının öngörülmesi konusunda büyük eksikliklerin olduğu görülmektedir. Oysa ürünün kalitesini belirleyen önemli parametrelerden bir tanesi ortalama molekül ağırlığı ve bunun dağılımıdır. Bu çalışma, daha önce önerilmiş bir kinetik mekanizma esas alınarak poliakrilonitril üretilen reaktörler için literatüre dayalı kapsamlı bir model ortaya konmuş, modelin değişik koşullarda yatışkın hal ve dinamik çözümleri çıkarılmıştır. Modelin öngördüğü dönüşüm oranları ve ağırlıkca ortalama molekül ağırlıkları literatürden alınan deneysel verilerle karşılaştırılarak değerlendirilmiş; dönüşüm oranlarının çok iyi hesaplanabildiği fakat molekül ağırlıklarındaki uyumun -genel eğilim iyi izlenmekle birlikte- yeterli olmadığı görülmüştür. Ortaya çıkarılan verilerle, poliakrilonitril reaktörlerinin dinamik karakteristikleri aydınlatılmış durumdadır. Polimerlerin molekül ağırlıklarının daha güvenli bir biçimde öngörülebilmesi için polimer momentlerine dayalı yeni bir model oluşturulmuştur.Item Beymelek Lagün Gölü’nde mavi yengeç (Callinectes Sapidus) avcılığında üç değişik tuzak kullanılarak, av verimlerinin ve yengeç populasyonunun yapısının incelenmesi(2001) Seçer, Selçuk ( Proje Yürütücüsü )